Blog FİLTRELE
Blog yazısı TOPRAKSIZ TARIMIN GÖZDEN KAÇIRDIKLARIiçin resim

TOPRAKSIZ TARIMIN GÖZDEN KAÇIRDIKLARI

Yazı: Mehmet Gürmen – Buğday Derneği Strateji Kurulu Üyesi

Topraksız tarımda mühendislik yaklaşımı ile ürün kalitesi ve verimlilik artırılabilir ancak kurulan sistemler hiçbir zaman göçmen bir kuşu misafir eden bahçenin biyoçeşitliliğine sahip olamayacaktır. İnsanlık, toprağı ve döngülerini halen tam olarak çözememişken onu taklit etmeye ve yok saymaya kalkmak ne kadar doğrudur?

Hidroponik tarım, akuaponik tarım, topraksız tarım gibi kavramlar son yılların popüler tarımsal üretim alternatifleri olarak karşımıza çıkmakta. “Topraklar artık çok kirlendi, açlığa en uygun çözüm topraksız tarım” söylemlerinin yanı sıra gerek lojistik, gerek toprak ihtiyacı duymaması sebebiyle söz konusu alternatif yöntemlerin tarımsal üretimde daha çok tercih edilmesi gerektiğine dair ana akım bir kanaat oluşmakta. Tüm bilimsel çalışmaları ve ürün verimlilik çıktılarını bir kenara koyarsak, acaba bütüncül bir bakış açısıyla toprak olmadan tarım yapılabilir mi? Yapılırsa neleri gözden kaçırmış oluruz? Bugün bu konuya bir de yolun diğer tarafından bakalım istedik.

Mühendislik bilimi; bir üretimin/sürecin her aşamasını planlama ve kontrol etme temeline oturmaktadır. Tüm teknik alanlar gibi tarımsal üretim de mühendislik yaklaşımının ilgisini çekmiştir. Ziraat fakültelerinde tohum ıslahından bitki korumaya (tarım zehirleri), ekonomiden hayvancılığa kadar birçok alt branş bulunmakta ve her branş kendi alanlarında uzmanlaşmaya devam etmektedir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bomba hammaddesi olarak kullanılan azot silah sanayisinin elinde kalmıştır. Bu maddeyi ve teknolojiyi elinde bulunduran ülkeler ve haliyle bu ülkelerin yönetimine yön veren sermaye, “Elimizde kalan bu fazla azotu ne yaparız?” sorusuna tarım kimyasalları alanında bir çözüm bulmuş ve azotlu sentetik gübrelerin üretimine başlanmıştır. Bu gübrelerle beraber ıslah edilen tohumların birlikteliği ele alınmış ve geleneksel ata tohumlarından “daha verimli” olacakları vaadiyle; tohumundan gübresine, böcek zehirinden ot zehirine kadar bütün kimyasallar ve tarım makinaları tatlı dilli vaatlerle, hibelerle, kredilerle ve devletler üstü politikalarla birçok geleneksel tarım yapılan ülkeye yavaş yavaş enjekte edilmiştir. Türkiye de bu politikalardan nasibini 1950’li yıllardan itibaren almaya başlamış ve bu gıda politikasına teslim olmuştur. İşin vahimi, tüm bu süreç “Yeşil Devrim” adıyla toplumlara anlatılmıştır.

Yerel, atalık, standart, hibrit, GDO’lu tohum tartışmaları süredursun, bizler bir yandan “Zehirsiz Sofralar” için tarımda kullanılan sentetik kimyasal maddelere karşı bir mücadele verirken; tarım tekniklerindeki “ilerlemeci” baskıyı, “Başka/ilerici bir şekilde tarım yapılmazsa dünya aç kalır.” söylemi ile her daim hissediyoruz. Bu sebeple de toprak üzerinde yapılmayan alternatif tarım yöntemlerine dair teknik bakış açısının içerdiği eksiklikler konusuna çok detaya girmeden değinelim istiyoruz.

Genel itibarıyla, “hidroponik tarım” toprakta değil; kontrollü sulu ortamlar içinde bitkinin ihtiyacı olan besinlerin, sıcaklığın ve ışığın suni olarak desteklenmesiyle gerçekleştirilen bitkisel üretime denir. “Aquaponik tarım” ise hidroponik tarıma ilaveten, suyun içinde balık gibi canlıların bir aradalığı sayesinde yapılan daha karmaşık bir bitkisel üretim yöntemidir. Yazımızın konusu bu yöntemlerin detayını incelemek değil, bu şekilde yapılan tarımın neleri gözden kaçırıyor olabileceğine dikkat çekmek olduğu için şimdilik her türlü topraktan uzak ve suni şekilde yaratılan ortamlarda yapılan tarıma bu yazı boyunca kısaca “topraksız tarım” diyeceğiz.

Bir bitkinin büyüme, çiçeklenme ve meyvelenme döneminde topraktan kökleri aracılığıyla alması gereken besinlerin (temelde makro elementler, iz ve alt iz elementler) oranı kendi içinde farklılık gösterir. Aynı şekilde fotosentez için de bitkinin hava ve ışık koşullarına ihtiyacı vardır. Biyolojik her canlı o kadar muazzam bir sistemde ve kusursuz olarak çalışır ki, hangi evrede hangi girdiye ne kadar ihtiyacı varsa minimum enerji üreterek bunu alır ve daha fazlasını almaz. Topraktaki bir bitkinin tohumdan hasada yaşam döngüsünü detaylı izlediğimizde bu muazzam döngünün dışarıdan hiçbir enerji/katkı/müdahaleye ihtiyacı olmadan kendi yolunu çizebilecek olgunlukta ve bilgelikte olduğunu görürüz.

Mühendislik yaklaşımı planı dışındaki hiçbir faktörü sisteme dahil etmek istemez. Örneğin bir mühendis, bir araba motorunun bloğunun döküleceği kalıpların ve malzeme oranını, döküm sıcaklığının ve ortamın kusursuz olmasını veya oluşan kusurların da bir sonraki üretim aşamasında giderilmesini planlamayı en başında düşünmek ve hesaplamak zorundadır. Aynı bakış açısı ile topraksız tarımdaki mühendislik anlayışı da bitkiye hangi dönemde hangi besinden ne miktarda vereceğini planlayıp otomasyona sokarak tam kontrollü bir üretimi hedefler. İlk etapta veya çocukluktan itibaren öğretilen faydacı, verim hedefli ve rekabetçi yaklaşıma göre, normal ve istenen bir durum gibi görülse de burada bir yaşama müdahale edilmekte olduğu gözden kaçırılmaktadır. Araba motoru cansızdır ve bir yaşam döngüsüne sahip değildir. Aksine, yapay müdahalelerle oluşturulduğu için sürekli bir müdahale ve bakım ile ayakta kalabilmektedir. Örneğin fabrikada üretilen bir motor bloğunu götürüp ormana bırakırsak, zaman içinde çevresel faktörlerin de etkisiyle kendini var eden en küçük yapı taşlarına doğru “parçalanmak” üzere, bir “yıkım” yani “ölüm” sürecine girecektir. Oysa ki, aynı ormana bir avuç tohum serpersek kendini yeniden “var eden” bir süreçle filizlenecek, büyüyecek, çiçeklenip meyve verecek ve yine meyvesinden tohumlar saçarak döngüsüne devam etme hali içinde olacaktır.

Bu durumda özetle; biri yıkılma, biri yaşama ve kendisinden yeni nesiller üretme hevesiyle dolu iki ayrı objeden bahsediyoruz. Motor bloğunun yaşamasına karar veren teknik mühendislik yaklaşımı, söz konusu tohum ve yaşam olduğu zaman mutlaka bir yerde had bilmeli ve üretmeye çalıştığının bir metal parçası olmadığının farkındalığıyla bu konuyu ele almalıdır. Gıdada mühendislik yaklaşımı ancak bütüncül ve tarihsel süreci, doğanın tamamını gözettiği takdirde değerli olabilir. Yalnızca eldeki tohumu birim alandan en fazla ürüne çevirme hevesi, birçok takviye girdi kullanma gereğinden ötürü, mutlaka doğadaki döngülere zarar verecektir, vermektedir. O yüzden tarımda mühendisliği reddetmiyoruz ancak atılan her adımın nelere mal olduğunu gözeterek, adil yaklaşımların benimseneceği akademik bir yaklaşımın geçerli olması gerektiğine inanıyoruz.

Topraksız tarım, fabrikada üretilen araba motoru ile aynı motivasyondadır. Kontrollü ortamlarda, toprağı olabildiğince anlayıp sonrasında da simule ederek bir ortam yaratmak üzerine kuruludur. Tüm bu adımlarda sürekli girdi (tohumundan besinine) kullanırsınız veya bir sistemi ayakta tutmak için ısı, ışık gibi enerjiler kullanırsınız. Ve hatta bu sistemi kontrol edecek otomasyon yazılımlarını çalıştırmak için de sürekli bir enerji tüketirsiniz. Ve hatta bir adım ilerisi, büyük ölçeğe geçmek istediğinizde; bu yazılımları çalıştıran bilgisayarları soğutmak için kuracağınız soğutma sistemleri de yine çevreden sürekli olarak enerji tüketmeye devam edecektir. Ayrıca su içinde kısa sürede bitkiyi besleme arzusu; toprakta bulunan diğer mikroorganizma ve böcek grubunun tam anlamıyla simule edilemeyeceği gerekçesiyle boşa bir arzudur ve şu anda kışın yenen sera domatesi gibi bir ürün kalitesine denk gelecektir. Topraksız tarımda mühendislik yaklaşımı ve araştırma geliştirme (Ar-Ge) ile ürün kalitesi ve verimlilik artırılabilir ancak kurulan sistemler hiçbir zaman göçmen bir kuşu misafir eden bahçenin biyoçeşitliğine sahip olamayacaktır. İnsanlık toprağı ve döngülerini halen tam olarak çözememişken, onu taklit etmeye ve yok saymaya kalkmak ne kadar doğrudur?

Mevcut endüstriyel tarım sistemi ile son yüz yılda kirlenen topraklar artık bize sağlıklı gıdayı veremiyorlar, veremezler. Ancak bunun çözümü topraksız tarım değildir. Topraksız tarımın tek ve en geçerli üretim yöntemi olacağını savunmak tam da kangren olmaya doğru giden bir kolun otorite tarafından iyileştirilmeye çalışılması yerine, kesilmesi gibidir. Ayrıca, toprağı üretimden ari hale getirip bunu meşrulaştırdığınız bir toplumda artık bir daha geri dönüş olmaz. Toprağın canlı bir varlık olduğunun unutulduğu gün, toprak artık sadece üzerine inşaat yapılacak bir “konut alanı” olarak görülmeye başlanır.

Bugün artık kirlenmiş toprağımızı koruma değil, onarma noktasındayız. Tüm bu gerekçelerle, mühendislik biliminin toprağı reddetmek yerine; kirlenen topraklarımızı nasıl onarabiliriz, ona nasıl eski canlılığını ve bereketini sağlayabiliriz sorularına cevap aramaya enerji ayırması daha değerli olacaktır.

back to top
FİLTRELE